Uluslararası Enerji Ajansı ve Nükleer Enerji Ajansı’nın ortaklaşa hazırladığı Nükleer Enerji Yol Haritası yayımlandı. Rapor farklı ülkelerde nükleer vaka çalışmalarını destekleyen hükümetler, sanayi temsilcileri ve diğer nükleer uzmanların işbirliğiyle geliştirildi. Aşağıda temel bulgularına yer verilen raporun tamamına www.iea.org adresinden ulaşılabilir.

Nükleer enerji, OECD ülkelerinde 2013 yılında toplam elektrik üretiminin yüzde 18’ini ve küresel bazda yüzde 11’ini oluşturarak, düşük karbonlu elektriğin en büyük kaynağı oldu. 2014 Nükleer yol haritası için güncelleştirilmiş vizyonunda nükleer enerjinin, elektrik sektöründe emisyonun düşürülmesinde giderek büyük rol almasını öngörüyor. Ayrıca nükleer enerjinin, enerji arz güvenliği, yakıt çeşitliliği ve büyük ölçekte sabit üretim maliyetli elektrik sağlaması açısından da önemli yer alacağı öngörülüyor.

2D projeksiyonunda, küresel bazda kurulu kapasitenin 2050 yılına kadar ikiye katlanarak mevcut 396 GW’dan 930 GW’a ulaşması ve küresel elektrik üretiminin yüzde 17’sini oluşturması bekleniyor. 2010 Yol Haritasında öngörülen bin 200 GW ve yüzde 25’lik toplam üretim payından daha düşük olsa da bu artış ile birlikte nükleer sektörde ciddi bir büyümeyi temsil ediyor.

Çoğu ülkenin nükleer enerji için geçerli kısa vadeli yol haritası, Fukushima Daiichi nükleer santralinde yaşanan kaza sonrasında şekillendi. Kaza radyasyona ilişkin sebebiyetler vermese de, halk arasında nükleer santrallerine karşı güvenlik kaygısı yaşanmaya başladı ve kamuoyunun nükleer santral kurulmasına ilişkin kabul oranları azaldı. Az olsa da bazı ülkelerde enerji politikalarında değişikliğe kadar gidildi. Bununla birlikte birçok ülkede yaşanan ekonomik kriz, talep düşüşü ve sermaye yoğun projelerin finanse edilmesini zorlayan mali kriz, son 4 senede toplam inşaat girişimi ve şebeke bağlantı oranlarının düşmesine yol açtı. Fakat orta ve uzun vadede, nükleer enerjinin geleceğe yönelik pozitif beklentileri devam ediyor.



2014 yılının başlangıcında son 25 yılın en yüksek rakamı olarak 72 reaktör yapım aşamasındaydı. 2D projeksiyonuna göre Çin, 2014 yılında 17 GW’dan 2050 yılında 250 GW’a yükselmesi beklentisiyle birlikte, nükleer ek kapasite ilave açısından en büyük artışı temsil ediyor. Çin 2050 yılı itibariyle, küresel nükleer kapasite ve nükleer elektrik üretiminin yüzde 27’sini temsil edecek.

Diğer büyüyen pazarlar arasında Hindistan, Ortadoğu ülkeleri ve Rusya Federasyonu bulunuyor. 2DS projeksiyonuna göre, Kore Cumhuriyeti, Polonya, Türkiye ve Birleşik Krallık dışında OECD ülkelerinde nükleer kapasite ya düşecek ya da sabit kalacak.

Nükleer sektörde güvenlik unsuru en üstün öncelik olarak yerini korumaya devam ediyor. Nükleer güvenliğin sağlanması açısından en büyük sorumluluk işletme sahiplerinde olurken, düzenleme kurumları da bütün işlemlerin güvenli ve emniyetli yürütülmesinin sağlanması açısından büyük rol oynuyorlar. Fukushima Daiichi kazasından çıkarılan derslerde düzenleme kurumlarının güçlü ve bağımsız olmaları gerektiği vurgulanmıştı. Nükleer sektörde güvenlik kültürünün, işletmeci, düzenleyiciler ve tedarik zinciri dahil, bütün düzeylerde ve özellikle yeni gelen ülkelerde teşvik edilmesi gerekiyor.

Hükümetlerin, sermaye yoğun projelerinin geliştirilmesi ve bütün düşük karbonlu teknolojilerde uzun vadede uygun elektrik fiyatları sağlanması açısından istikrarlı ve uzun vadeli yatırım çerçevesini oluşturması gerekiyor. Hükümetlerin ayrıca, özellikle güvenlik, gelişmiş yakıt çevrimi, atık yönetimi ve inovatif tasarım konularında nükleer araştırma ve geliştirmede desteklerini sürdürmeleri gerekiyor.

Nükleer enerji, güvenlik seviyesi ile elektrik üretimi gittikçe artan olgun ve düşük karbonlu bir teknolojidir.

Bu yörüngede, Nesil III reaktörler önceki nesillere kıyasla artan maliyet ile geldi, fakat bu da standardize NOAK santrallerinde performans ve ekonomi açısından, iyileştirmeler de getirebilir.

Küçük modüler reaktörler (SMR) büyük santrallerin uygun olmadığı bölgelerde, daha küçük şebekelere nükleer enerji sağlayarak, nükleer pazarını genişletebilir. Bu tür modüler tasarımlar, mali bariyerlerin kaldırılmasında da faydalı olabilir.

 

 
 
E-Bülten
 
Sayı:11 - Nisan 2015
 
 
 

Norveçli sınıflandırma şirketi DNV GL tarafından yapılan araştırmaya göre, yüzde 70 oranında yenilenebilir şebeke oluşumu 2050 yılına kadar gerçekleşmesi mümkün görülüyor. Araştırma, dünyanın farklı yerlerinde bulunan enerji uzmanlarının bir takım soruları cevaplandırmasıyla gerçekleştirildi. Katılımcıların yüzde 80’ni yenilenebilir şebekeye ilişkin, bunun devlet yardımıyla 2050 yılında mümkün olabileceğini söyledi. Katılımcıların yüzde 50’si ise bunun 2030 yılında mümkün olabileceğini ifade etti.

Araştırma, 70 farklı ülkeden bin 600 enerji uzmanının katıldığı çevrimiçi bir anket aracılıyla gerçekleştirildi. Araştırmanın sonuçları “Entegrasyonun ötesinde: Şebekeyi ve Yenilenebilir Kaynakları şekillerinden Üç Dinamik” adlı raporda yayımlandı. Araştırmanın amacı, yenilenebilir kaynaklarının şebekeye dahil edilmesi konusunda nasıl bir ilerleme gerektiği gibi anahtar soruları cevaplandırmaktı.

Enerji sektörünü şekillendiren üç dinamik

DNV GL’nin araştırmayı başlatmasının bir diğer sebebi ise “Yenilenebilir enerji kaynaklarının, var olan bir düzene entegre edilmesi gereken bir şeymiş gibi algılanması” konusu. Bu konunun daha akıllı bir yaklaşım gerektirdiğini düşünen şirket, anketi bu gibi konuları aydınlatmak üzere hazırladı.

DNV GL, elektrik ve enerji sektörünü şekillendireceğini öngördüğü üç dinamik, araştırmanın temelini oluşturuyor. Bu dinamikler şöyle:

1. Yakınsama - Politika ve sistem operatörlerinin ihtiyaçlarını yeni ekonomik metriklerin yakınsaması gerekiyor.

Politika üreticileri ve sistem işletmecileri, yenilenebilir geliştiricilerine ayrı ayrcı taleplerde bulunuyorlar. Kalitatif verilere göre, bu konuda siyasi iradenin sürdürülmesi için finansal anlamda karşılanabilirliğin sağlanması gerekiyor. Yüksek yenilenebilir kaynaklı gelecekte, geliştiricilerin de artan sistem işletim zorlukları ile meşgul olması gerekiyor. Elektrik sistem maliyetlerinin bir bütün olarak değerlendirmesiyle, alınacak kararların karşılanabilirliği hakkında daha temsili bir resim oluşturabilir.

2. Yeniden Dengelemek – Geliştirici ve sistem işletmecileri açısından zorlukların ve fırsatların yeniden dengelenmesi için yeni kurallara ihtiyaç var.

Geliştiriciler, bağımsız elektrik üreticileri ve imalatçılar, yüksek yenilenebilir kaynaklı sisteme dönüşümün getirdiği imkanlardan yararlanırken, sistem işletmecileri ve kamu hizmeti veren kuruluşlar bu süreci zorlu olarak değerlendiriyorlar. Buna rağmen yeni kurallarla birlikte, sistem işletmecileri ile geliştiricilerinin karşılaştıkları imkanların ve zorlukların yeniden dengelenmesi bekleniyor. Yenilenebilir kaynaklarının yararlılığını maksimize etmek için geliştirilen şebeke kodu, az maliyete ciddi oranda sistem yararı sağlayabiliyor. Ancak ağır bir düzenleyici yaklaşımıyla değil, dikkatle ve piyasa esaslı çözümlerle yapılması gerekiyor.

3. Açılım – Yeni girişimci çözümler, elektrik sektörünü genişleterek “enerjinin interneti” kavramını başlatabilir.

Katılımcıların yüzde 66’sı tarafından, yüksek yenilenebilir kaynaklı geleceğin en önemli 3 unsuru olarak değerlendirdikleri enerji depolama sistemleri, elektrik, ulaşım ve ısınma sektörlerinin giderek birbirine yaklaştığının bir örneğidir. Bu arada katılımcılar, yenilenebilir kaynak farklılıklarının yönetimi ile ilgili bilişim teknolojilerinin de rolünü de vurguluyorlar. Elektrik sektörü, enerji sistemi ile daha bağlantılı hale gelirken buna bilişim sektörü gibi yeni sektörler de dahil oluyor.

Yapılan araştırmayı değerlendiren DNV GL Genel Müdürü David Walker, yüksek yenilenebilir kaynaklı bir geleceğin mümkün olması için sanayinin yeni teknoloji entegrasyonu konusunda izlediği yaklaşımın önemli olduğunu ifade etti. Walker, yenilenebilir kaynakları tartışmalarının, entegrasyonun daha ötesine gitmesine dikkati çekti.

Kaynak: engerati.com.com

 
   

ABD’nin başkenti Washington’da 7 Nisan Salı günü öğle saatlerinde başlayan elektrik kesintisi olası bir terör saldırı kuşkusu yaratırken, kesintinin geniş çaplı olması ulusal ve uluslararası medyada geniş yansıma buldu. Reuters, Washington Post ve CNN elektrik kesintilerinin başkentin büyük bölümünü vurduğunu belirtirken, AP birçok alanda kesintilerin kısa süreli yaşandığını ve bazı noktalarda binaların boşaltılmasına neden olduğunu yazdı. Televizyon programlarında da elektrik kesintileri ve nedenlerine dair haberlere ve tartışmalara yer verildi.

ABD İç Güvenlik Bakanlığı, kesintilerin ardından yaptığı açıklamada olayın terör saldırısıyla bir ilgisi olmadığını duyurdu. Bakanlık daha sonraki açıklamasında ise kesintiye başkent Washington’a yakın bölgedeki Maryland eyaletinde bir elektrik santralinde meydana gelen patlamanın neden olduğunu bildirdi.

Kesintiden ABD Kongresi, Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve çok sayıda önemli federal kurum etkilendi. Kesinti şehirdeki metro hatlarını da olumsuz etkiledi.

Dışişleri Bakanlığı’nın günlük basın brifinginde elektrikler aniden kesilince sözcü Marie Harf, toplantıyı sona erdirmek zorunda kaldı. Brifingde bulunan gazeteciler de kesintiyi toplantıdan fotoğraflarla sosyal medya üzerinden paylaştı.

Başkentteki elektrik kesintisi nedeniyle Beyaz Saray’daki günlük brifing de geç başladı. Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, kesintilere dair soru üzerine, kesintinin Beyaz Saray’ı kısa süreliğine etkilediğini belirtti.

ABD Savunma Bakanlığı tarafından Pentagon'da düzenlenen basın toplantısında, Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı gibi önemli kurumları da kapsayacak şekilde elektrik kesintisi yaşanmasının, ülkenin ulusal güvenliği açısından yarattığı riskler soruldu. Bu soruyu cevaplayan ABD Ordusu Hava ve Uzay Savunma Komutanı Bill Gortney, bu konuda birçok “Zayıflıklarının” bulunduğunu belirtti. Gortney, ülkenin idaresi için bankacılık, enerji ve tren yolları gibi belirli altyapılara bağımlı olunduğunu belirterek “Eğer birileri kötü niyetle bu alanlarda eylemde bulunursa veya doğası gereği bir şeyler bile yaşansa, bu bizi etkiler. Bence, bizim tüm kritik altyapılarımız kırılgan. Kırılgan çünkü gerçek zayıflığın nereden olduğunu bilmiyoruz. Bunları azaltmak için elimizden geleni yapıyoruz ama bunlar bende büyük kaygı uyandırıyor” dedi.

Başkentte hayat birkaç saat içinde normale dönse de kesintiler ülke genelindeki altyapılara dair sorunları tekrar gündeme taşıdı. Başkentte ve ABD genelinde zaman zaman görülen ve özellikle de fırtına döneminde artan elektrik kesintileri ile köprü ve yolların eski ve bakımsızlığı uzun süredir Obama yönetimi ile Cumhuriyetçiler arasındaki anlaşmazlık konularından biri. Obama yönetimi ülkenin altyapısının yenilenmesi ve bakıma ihtiyacı olduğunu belirtirken, Kongre'deki Cumhuriyetçi üyeler bütçe kesintileri nedeniyle bu alanlara yeterli bütçe sağlanmasının önüne geçiyor

   
   

Enerji sektöründe büyük veri yönetimi durum farkındalığını artırarak rekabet avantajı yaratıyor. Bulut teknolojileri, şirketlerin bunu başarılı bir şekilde yapabilmelerini, farklı veri kaynaklarını birleştirmelerini, öngörücü analiz yöntemleriyle bu verileri incelemelerini ve bunlardan yararlı bilgiler sağlamalarını mümkün kılıyor.

Kamu hizmeti veren şirketler geleneksel olarak gelişmekte olan teknolojileri benimsemekte yavaş davranıyorlar. Bu şirketler, rekabetin gittikçe artan ve regüle edilen bir sektörde başarılı olabilmeleri için düzenli üretim varlıklarının performans verilerini ile karşılaştırmalı verilerini izleme ve yönetme yeteneğine sahip olmaları gerekiyor. Bulut teknolojileri, kamu hizmeti veren şirketlere, manüel tekniklerden çok daha maliyetsiz ve güvenli bir şekilde ana performans verilerini toplama ve güncelleme şansı veriyor.

Bulut teknolojilerinin enerji sektöründe sağlayacağı dönüşüm ve rekabet avantajları şöyle:

İlk hamle avantajı

Küresel anlamda kamu hizmeti veren şirketlerde, yukarıda belirtilen kritik verileri inceleyebilme imkanı sağlayacak araç eksikliği bulunuyor. Şirket bünyesinde bulunan varlıkların geçmişi, varlıkların stratejik yönetimi veya üretmekte olan varlıkların durumu çok az sayıda şirket tarafından tamamıyla anlaşılıyor. Bulut teknolojileri, coğrafi olarak birbirinden uzak olan şirket çalışanlarının işbirliğini, bilgi paylaşımını ve verimliliğini artırıyor. Coğrafi olarak birbirinden uzak olan tesislerde varlıkların veri yönetimi, tekdüze süreçlerin yürütülmesini, şeffaflığın sağlanmasını ve stratejik kararlar verilmesini kolaylaşıyor.

2014 yılında Verizon ve Harvard Business Review Analytic Services tarafından yayımlanan “Teknolojiler sanayiyi nasıl değiştiriyor – Enerji ve kamu hizmeti veren şirketler” raporuna göre enerji ve kamu hizmeti veren şirketlerin sadece yüzde 25’i kapsamlı bir şekilde bulut teknolojilerini benimsemiş. Araştırmaya göre yeni teknolojileri benimseyerek ilk hamle avantajını yakalayan şirketler, güçlü piyasa konumunu ve gelir düzeyini rakiplerinden daha çabuk yükseltiyor. Bulut teknolojilerinden faydalanmak istemeyen şirketler ise yazılım, donanım ve hizmetlere ilişkin maliyet düşürme fırsatlarından yararlanamazken ayrıca eskime, arıza ve güvenlik anlamında da önemli risklerle karşı karşıya kalıyorlar.

Maliyet

Performansı gerileyen varlıklar şirketlere daha büyük maliyet oluşturuyor. Varlıkların bakımı veya yenilenmesi ihtiyaç anında ortaya çıkıyor. Oysaki büyük veri analizleri ve yönetim çözümleri ile varlıkların performans değerlendirmesi ve karşılaştırmalı analizlerin yapılması mümkün oluyor. Kamu hizmeti veren şirketlerin en büyük sıkıntısı yukarıda bahsedilen detaylı karşılaştırmalı analizin pahalı olması. Büyük coğrafi alanlarda dağılmış filo varlıkları bulunan şirketler, bilgi depolamaya ilişkin maliyetleri üstlenmek zorunda kalıyorlar. Verilerin nerede barındırılması ve bu verilerin merkez, operasyon merkezleri ve tesisler arasında nasıl aktarılması hakkında sayısız kararlar alınması gerekiyor. Bu kapsamda Bulut tabanlı varlık performans yönetiminde, hem başlangıç hem de müdevver maliyetler daha düşük olabiliyor.

Güvenlik

Bulut teknolojilerine geçme hususunda endişe yaratan bir konu güvenlik. Hem genel hem de özel bulutlarda, teknolojinin ilk uygulanmaya başlandığı alanlar, güvenlik ve veri kalitesinin çok da önemli olmadığı alanlardı. Sanayi ortamlarında bağlantılı cihazların çoğalmasıyla birlikte, büyük veriler de aynı hızla çoğalıyor. Şuan ki veri yönetimi eksikliği ile bu sistemlerden üretilen dünya kadar verilerin açığa çıkma riski veya kaybolma riski çok yüksek. Sürecin bütününü yöneten ve tahmine dayalı kararları ile hataları kaldıran bulut tabanlı teknoloji stratejilerinin uygulanması, olası saldırılara karşı korunma sağlama ve veri bütünlüğünü koruma açısından önemlidir.

Bulut bazlı varlık yönetim çözümlerinden sağlanan içgörürlerle zorluklar, gerçek problemlere dönüşmeden tanımlanıp ele alınabiliyor.

Şimdiye kadar bulut teknolojileri kamu hizmeti veren şirketler tarafından benimsenmiş olmasa da, bunların sağladığı değer ve duyulan ihtiyaç nedeniyle bu yaklaşımın değişmesi bekleniyor.

Kaynak: engerati.com