E-Bülten
 
Sayı:19 - Haziran 2015
 
 
 

Enerji depolama yol haritası IRENA 9. Şura Toplantısı’nda açıklandı.

Çığır açacak yeni raporunu açıklayan Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), enerjide sürdürülebilir bir geleceğin altyapısının bir parçası olarak depolama sistemlerinin nasıl geliştirileceğine dair istikameti belirledi. Yenilenebilir IRENA 9. Şura Toplantısı’nda açıklanan Enerji ve Elektrik Depolama Raporu’nda, yenilenebilir elektrik depolamada düzenlemelerin geliştirilmesi açısından devlet ve sanayinin işbirliği yapabileceği öncelikli 5 alanda 14 eylem belirlendi. Rapor ayrıca IRENA’nın 2030 REmap programının bir parçasını oluşturuyor.

IRENA’nın 2030 REmap Raporu’nda, iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak ve sürdürülebilir enerji dönüşümü ile ekonomik kalkınmayı hızlandırmak için elektrik sektörü yenilenebilir enerji payının iki kat büyüyerek yüzde 45’e ulaşması gerekiyor. Bunun gerçekleşmesi için, tahmini 150 GW akü depolama ve 325 GW pompajlı hidroelektrik ihtiyacının karşılanması gerekiyor. Depolamanın yenilenebilir enerjinin büyümesindeki rolünü çok önemli kılıyor.

Raporu değerlendiren IRENA Genel Müdürü Adnan-Z Amin, “Büyük ölçekli akü depolamayı küresel enerji sistemine entegre etmeyi düşünmenin tam zamanı geldi. Bu yol haritası, daha büyük depolama kabiliyeti entegre etmek isteyen politika üreticileri için bir başlangıç noktasıdır. Yenilenebilir elektrik sistemlerinin bir sonraki devreye hazırlamak için bu şarttır” dedi.

Belirlenen 5 öncelikli alanlar, adalar ve uzak alanlarda yenilenebilir enerjiyi desteklemek için elektrik depolama, çatı üstü güneş panel sistemlerinin yoğun kullanıldığı ülkelerde tüketiciye yakın depolama, şebeke sınırlaması bulunan ülkelerde jeneratör ve şebekeye yakın depolama ve son olarak da elektrik sektörünü yenilenebilir kaynaklara çeviren ülkelerde sistem analiz araçlarının geliştirilmesi olarak belirlendi.

Yol haritasının belirlenmesinde, 50 farklı ülkeden katılan 200 elektrik depolama uzmanları ile gerçekleştirilen 4 tane paydaş çalıştayının sonuçları hakim oldu.

Çalışmaları değerlendiren Küresel Enerji Depolama Birliği Kurul Başkanı Janice Lin, “Bu yol haritasını değerli kılan, bütün dünyadan katılan politika üreticileri ve akademi ile sanayinin önde gelen uzmanlarının birleşmesiydi. Her çalıştayda değerlendirmelerimizi önceliklendirmemiz ve incelememiz istendi. Bu yol haritası gerçekten bir uluslararası işbirliğinin ürünüdür” dedi.

Raporun tamamına bu linkten ulaşılabilir.

Kaynak: irena.org

 

Ümit verici, fakat hiçbir sonuca varılamayan bir gelişmede, elektrikli araçlarda kullanılan akülerin maliyetlerinin düşmesi için öneriler var. 

Elektrikli araçlar hızlı ve sessizdir. Oldukça çabuk hızlanan bir araba istiyorsanız, Tesla Model S’den daha iyisini bulamayabilirsiniz. Ve tabii ki elektrikli araçlar, geleneksel araçlarla karşılaştırıldığında, hava kirliliği yapmıyor ve buna benzinden kaynaklanan karbon diyoksit salımı da dahil. Bütün bu olumlu etkilerine rağmen elektrikli araçlar toplam araç satışlarının sadece küçük bir bölümünü oluşturuyor. Bunun tek nedeni ise, elektrikli araçlarda kullanılan akülerin yüksek maliyetli ve sıkça sarj edilme ihtiyacı olması. 

Daha iyi akülerin geliştirilmesiyle birlikte her şey değişebilir. Aslında bu alanda son on yılda sayısız büyük buluşlara imza atıldı ve akülerde maliyet ile enerji depolama konusunda yapılan iyileştirme vaatlerine rağmen, ticarete dönüştürülmesinde başarısız olundu. 

Gazeteci Steve LeVine tarafından yazılan ve yeni çıkan “The Powerhouse” kitabında son zamanlarda büyük buluş olarak tanıtımı yapılan bir akünün sonrasında hiçbir fayda sağlayamadığının dramatik hikayesi yer alıyor. Tanıtım, Şubat 2012 yılında ABD Washington’da gerçekleştirilen ve araştırmacılar, girişimciler ile yatırımcılardan oluşan büyük bir kalabalığın, Bill Gates ve Bill Clinton’un yeni enerji teknolojilerinin ne kadar önemli olduğuna dair yaptıkları konuşmayı dinlemek için katıldığı konferansta yapıldı. Konferansa, o zaman yeni finans kaynağı olan Enerji alanında Gelişmiş Araştırma Projeleri Ajansı (ARPA-E) da katılmıştı. 2009 yılında kurulan ARPA-E potansiyel dönüşümsel araştırmaları tespit etmek ile görevlendirilmişti. Ajansın Başkanı Arun Majumdar, ajansın ilk başarılı projelerinden birini açıklamaya gelmişti. Girişimci şirket Envia tarafından geleneksel akülerle karşılaştırıldığında iki katı enerji depolayabilen bir akü hücresi geliştirmişti. Majumdar, Washington’dan New York’a tek şarj ile gidebilecek araçların maliyetlerinin 30 bin dolardan 15 bin dolara düşeceğini ve elektrikli araçların bütçeye uygun ve pratik olacağını da açıklamıştı. 

Birkaç ay içerisinde General Motors (GM) teknolojinin lisansını aldı ve geliştirilmesini desteklemek için sözleşme imzaladı. Böylece teknoloji sayesinde üretilen her aküyü kullanma hakkına sahip oldu. LeVine bu anlaşmanın Envia için milyonlarca dolar değerinde olduğunu ifade ediyor. Fakat kısa süre içinde girişimci şirkete GM mühendislerinden hüsran dolu mesajlar gelmeye başladı. Mühendisler Envia tarafından ulaşılan sonuçları tekrarlayamıyordu ve sonunda anlaşma feshedildi.  

Envia’nın hikayesinde, akülerde büyük gelişme kaydetmenin ne kadar zor olduğu ve büyük buluşlar vaat eden girişimci şirketlerin karşılaştığı zorluklar anlatılıyor. Son on yılda bu sektörde dikkate değer gelişmeler görüldü, fakat bunlar köklü firmaların istikrarlı bir şekilde küçük gelişmeleri devam ettirmeleriyle oldu. 

Akü geliştirmenin zorlayan tarafı, teknolojinin hala tam olarak anlaşılmamış olmasıdır. Akünün elektrot gibi bir parçasını değiştirmek, öngörülmeyen sorunlara yol açabiliyor ve yıllar süren test süreçlerinde bile anlaşılması mümkün olmuyor. Bunun gibi gelişmeleri takip eden risk sermayedarları ve ARPA-E’nin ilgisini çekmek için Envia aküsüne sadece bir değil, iki deneysel elektrot yerleştirmişti.

2006 yılında Envia, Argonne Ulusal Laboratuarı’nda geliştirilen bir materyalin lisansını aldı. Hemen sonrasında büyük bir sorunun olduğu ortaya çıktı. Zamanla, akünün çalıştığı voltaj düzeyinin değişmesi üzerine akü kullanılamaz hale geldi. Argonne araştırmacıları her ne kadar araştırsalar da bu soruna bir yanıt bulamadılar. Uzun çalışmalar ve deneme ile yanılmalar sonucunda Envia, her iki deneysel materyalin çalışmasını sağladı ve 2012 yılında akünün duyurusunu yaptıklarında, her şey yolundaymış gibi görünüyordu. Sonrasında, yapılan çalışmaların başkaları tarafından tekrarlanamayacağı öğrenildi. 

Envia’nın hikayesi ile bugünün gelişmeleri arasında keskin bir ayırım görüyoruz. Bugün başarılı, performansı artırılmış ve maliyeti düşürülmüş örnekler görüyoruz. Fakat bu başarılardan biri bir buluştan ziyade, bir işbirliği üzerine kuruldu. Bahsedilen, Tesla Motors ve akü hücresi tedarikçisi Panasonic arasında yapılan bir işbirliği. 2008 yılından beri Tesla’nın akü takımı fiyatları neredeyse yarı yarıya düştü ve depolama kapasitesi yüzde 60 arttı. Tesla, köklü bir dönüşüm yerine marjinal düzeyde mühendislik ve üretim iyileştirmelerini tercih etti. Tesla, Panasonic ile çalışarak, araçlarının tam olarak ihtiyacını karşımaları için mevcut akülerin kimyasında çok küçük değişiklikler yaptı. 

Tesla, 2017 yılına kadar piyasaya tek şarjla 322 km gidebilen ve yaklaşık 35 bin dolar fiyatında bir elektrikli araç süreceğini iddia ediyor. Tesla böylelikle yılda yüzlerce bin elektrikli araç satmayı hedefliyor. Bu, GM’in Envia’nın geliştirdiği yeni aküsüyle üretmeyi düşlediği elektrikli araç modelinin aynısı.

Şuanda dünyada yılda 60 milyon adet araç satılıyor ve elektrikli araçların bunların arasında önemli bir oran yakalaması için akü fiyatlarının daha da düşmesi gerekiyor. Geleneksel araçlarla karşılaştırıldığında Tesla’nın iddia ettiği araba modelinin hem tek şarjla gitme mesafesi hem de fiyatı çokta cazip gelmiyor.

Lityum iyon akülerini geliştirme alanları oldukça fazla fakat Tesla’nın küçük değişiklerle yakaladığı başarıyı her zaman bu şekilde devam ettirmek mümkün olmayabilir. Envia’nın yaptığı gibi radikal değişimlere de ihtiyaç duyulacak. Fakat bu hikayeden çıkarılan derslerde görüyoruz ki, bu gibi değişimlerin üretim ve mühendislik uzmanlığıyla entegre edilmesi gerekiyor. Burada önemli olan akülerin kimyası ve fiziksel özelliklerini açığa çıkaran araştırmaların, akü üreticilerin pratikte edindikleri tecrübeler ile birleştirilmesi.

Kaynak: technologyreview.com

 


 

 

 

 

ABD’de 2015 yılının ilk çeyreğinde rekor 1.3 GW’lık fotovoltaik güneş enerjisi kuruldu. Gelişmede en büyük hisseye sahip olan meskun sektörü, doğalgazdan daha fazla güneş kapasitesi kurarak elektrik sektöründe gelecekteki rolünün önemine dikkati çekti. 

Güneş Enerjisi Sanayi Birliği (SEIA) ve araştırma şirketi GTM Research’e göre, 2015 yılı ilk çeyreğinde ülke genelinde 66 bin 440 sisteme toplam 1.3 GW fotovoltaik kuruldu. Buna göre art arda 1 GW’ın üzerinde kurulum yapılan altıncı çeyreğe girilmiş oldu. Eyaletler arasında en fazla ek kapasite 718 MW ile Kaliforniya’da kuruldu. 

SEIA ve GTM Research tarafından 2015 yılı 1. Çeyrek ABD Güneş Piyasası İçgörü Raporuna göre, 2015 yılında toplam 7.9 GW ek kurulum gerçekleşmesi ve böylece 2014 yılı itibariyle yüzde 27 artış yaşanması bekleniyor. En büyük artışın, toplam kurulumun dörtte birinin devlet teşvikleri olmadığı halde meskun sektöründe ve en ağır gelişmenin kamu hizmeti veren şirketler sektöründe olması öngörülüyor. Meskun sektöründeki artışın arkasındaki mekanizmaların arasında mahsuplaşma (net metering), Federal enerji vergi indirimi ve hızlanan amortisman olduğu belirtiliyor. 

GTM Research Başkan Yardımcısı Shayle Kann’ın değerlendirmesine göre, meskun sektörü sadece güneş enerjisinin gelişmesinde değil, toplam elektrik üretim karışımında en büyük rolü alacak. Önümüzdeki 5 yıl içerisinde 3 milyon meskun sistemlerin uygulamaya alınması bekleniyor. Bunda büyük etkenlerden biri de meskun güneş sistemlerinde düşen maliyet fiyatları. 2014 yılına göre yüzde 10 düşen fiyatlar şuanda 3.48 dolar /watt. 

Kamu hizmeti veren şirketler yavaş davranıyormuş gibi görünseler de, Federal enerji vergi indiriminin sonlandırılacağı 2016 Aralık tarihinden önce toplam 32 GW büyük ölçekli güneş kurulumunun gerçekleştirileceği bekleniyor.

Rapora göre ABD’nin güneş sanayisinde en önemli eğilimlerden biri teknolojide yakınsama. Tarihsel olarak dağıtık güneş daha çok müşterilere tek bir sistem olarak sunulurken, güneş geliştiricileri ve kurucuları artık güneşi farklı teknoloji ve hizmetlerle birleştirme imkanlarına yöneliyorlar. 

Özellikle enerji depolama, yük kontrollü, talep yanıtı ve elektrikli araç şarjı bu yakınsamanın en güçlü geliştirici faktörler arasında yer alıyor. Raporda daha henüz başlangıç noktasında bulunan entegreli enerji tekliflerinin, fiyatların düşmesiyle birlikte daha da ilerleyeceği belirtiliyor.

Kaynak: pv-magazine.com
 
 

Çığır açan buluşlar sürekli oluyor – burada tek sorun maliyetlerin düşürülmesidir.

Uzaydan güneş enerjisi üretmenin iyi nedenleri var. Birincisi güneşe daha yakınsınız, bu yüzden enerji verimi daha yüksek. Uzayda güneş batmıyor ve 24 saat devam eden bir kaynak. Aslında akla gelen soru bunun iyi bir fikir olup olmadığı değil, uygulanabilirliği ve fiyatıdır.

Daha önce kablosuz elektrik üretme ve iletme girişimlerinde bulunuldu, en önemlisi de Japonya’da. Japon Uzay Keşif Ajansı (JAXA), 20 senelik bir gelişme yol haritası çizerek, 2030 yılında 1 GW sistemin kurulmasını hedefledi. Yaklaşık 10 bin metrik ton ağırlığında ve arasında birkaç mil ölçüm olan sistem, uzayda dolaşarak kesin mikrodalgalar gönderecek ve dünyaya elektrik iletecek. Elektrik, bir adaya yerleştirilecek olan alıcı anten alanlarından başka bölgelere iletilecek.

Kulaklara çok fütürist gelse de JAXA, çığır açmaya devam ederek bu fikrin mümkün olabileceğine işaret ediyor. Kısa zaman önce, yaklaşık 52 metre mesafeden mikrodalgalar sayesinde 1.8 kW elektrik iletimi yapıldığını açıklayan JAXA sözcüsü, bunun ilk defa yaklaşık 2 kW elektriğin mikrodalgalar sayesinde küçük bir hedefe hassas yönelme yetenekli kontrol cihazı kullanarak yapıldığını söyledi.

Bunun dışında, Mitsubishi Heavy Industries (MHI), 488 metrelik mesafeden 10 kW elektrik iletildiğini ve hedef alanda bulunan LED lambalarının aydınlatıldığını bildirdi. MHI, 2030 yılında azami talep zamanında yaklaşık 150 bin meskenin elektrik ihtiyacını karşılayacak 400 MW’lık bir uydu geliştirmeyi hedefliyor. MHI sözcüsü, kablosuz elektrik iletiminin kullanım alanlarının çok geliştirilebileceğini aktarırken “Uzun mesafelerde kablosuz iletim sağlandığında, elektrik hatlarının çekilmesi zor ya da tehlikeli olduğu bölgelere elektrik iletmekle kalmayıp, kıyıdan uzak rüzgar türbinlerinden ve diğer uygulamalardan da elektrik iletiminde de katkı sağlayacak” ifadelerini kullandı.

 2011 yılında Uluslararası Astronotik Akademisi tarafından hazırlanan raporda, üç farklı tasarım incelenerek, “Laboratuarlarda kullanılan teknolojiler, 10 ila 20 yıl içerisinde geliştirilerek, güneş enerji uydularının teknik olarak uygulanabilirliği sağlanacak” değerlendirilmesi yapılmıştı.

 Uzaydan elektrik iletimi için yapılan çalışmaların doğru yolda olduğu görülüyor. Ancak gelecekteki başarısını maliyeti belirleyecek. Uygulanmasına karşı bir argüman söyleyecek olursak, dünyada uygulanan güneş enerji sistemleri o vakte kadar çok daha ucuz olacak.

Kaynak: fastcoexist.com