Avrupa Birliği (AB), durma noktasına gelen ekonomiyi canlandırmak için yeni planını açıkladı. Üç yıllık plana göre 21 milyar avroluk “Avrupa Stratejik Yatırım Fonu” kurulacak. Bu kasaya Avrupa Birliği 16 milyar avro ve Avrupa Yatırım Bankası 5 milyar avro aktaracak.
Avrupa Stratejik Yatırımlar Fonu sayesinde, kaldıraç katsayı değeri 15 ile hesaplandığında Stratejik Yatırımlar için 240 milyar, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ) için ise 75 milyar avro olmak üzere toplamda 315 milyar avro sağlanması hedefleniyor.
Avrupa Stratejik Yatırım Fonu’nun ciddi bölümü kullanılmamış AB fonlarından karşılanacak. Planla birlikte özel yatırımcılar Avrupa’da en sorunlu bölgelere yatırım yapmaya teşvik edilecek.
Kaynak: tr.euronews.com
|
|
Tarihsel Gelişimi İçinde Regülasyon
Büyük filozof ve kalkulus matematiğinin mucidi Gottfried Leibniz, nedenlerini anlayamadığımız şeylerin sonuçlarını da anlayamayız der.(1)Bu düşüncesini açıklarken Sezar’ın Galya Seferi sonrası ordularıyla Rubicon Irmağını geçişini bir analoji olarak kullanır. Bilindiği üzere o güne kadar cumhuriyet ordularının Başkent Roma yakınlarındaki Rubicon Irmağını geçmesi yasaktı. Sezar’ın bu yasağa uymaması, Roma’nın kaçınılmaz bir şekilde Cumhuriyet’ten otokratik bir İmparatorluğa dönüşmesine yol açan olaylar silsilesinin mihenk taşı olmuştur. Bu nedenle batı düşüncesinde Rubicon’u geçmek dönüşü olmayan noktayı geçmek anlamında kullanılır.
Benzer şekilde, her iktisadi uygulamanın ekonomik, tarihsel, felsefi ve bazı durumlarda politik bir arka planı ve nedenleri vardır. Bu minvalde nedenleri farklı boyutları ile anlaşılamayan hiçbir uygulamanın sonuçları da tam anlamıyla kavranamaz. Regülasyon ise hiçbir şekilde bir istisna değildir.
Bilindiği üzere klasik iktisat okulu Adam Smith tarafından kurulmuştur. Kendisi meşhur Ulusların Zenginliği Kitabının yazarıdır. Bu okulun başlıca temsilcileri arasında Jean-Baptiste Say, David Ricardo ve John Stuart Mill sayılabilir. Jean-Baptiste Say’ın kendi adıyla anılan “Say Kanunu”na göre her arz kendi talebini yaratır ve herhangi bir nedenle oluşan arz-talep dengesizliği, resesyon ve işsizlik herhangi bir dış müdahale olmadan piyasa dinamikleri içinde dengeye ulaşır. Bu görüş, 1929’daki Büyük Buhran’a kadar genel kabul görmüştür ve bu tarihe kadar Devletin ekonomideki ağırlığı göreli düşüktür. Ancak, Büyük Buhranla birlikte her arzın kendi talebini yaratamadığı ve ekonomik dengenin yalnızca piyasa dinamikleri ile sağlanamayacağı görülmüştür. Tam da bu noktada büyük iktisatçı John Maynard Keynes’in başyapıtı “İstihdamın, Paranın ve Faizin Genel Teorisi” kitabında kapsamlı şekilde belirtmiş olduğu gibi ekonominin kriz öncesi haline dönebilmesi için Devlet’in rol oynaması gerektiği düşüncesi geçerlilik kazanmıştır.(2)“In the long run, we are all death”(3)sözüyle Keynes piyasa koşullarının kendiliğinden ekonomik dengeyi sağlayabileceğini ancak bunun çok uzun süreceğini öne sürmüş ve böylece Devlet’e 1980’lere kadar sürecek ekonomide baskın rol oynama gerekçesinin iktisadi temelini sağlamıştır.
1970’lerle birlikte ekonomik büyümeyi yavaşlatan ve devletin ekonomideki rolünün sorgulanmasına neden olan iki önemli siyasi gelişme yaşanmıştır. 1973 Yom Kippur Arap-İsrail Savaşı ve 1979İran Devrimi. Öyle ki; Altın Çağ olarak adlandırılan 1945-1970 döneminde yüzde6 büyüyen dünya ekonomisinin büyüme oranı yukarıda belirtilen nedenlerle 1980 sonrasında yüzde3’e kadar düşmüştür. Bir örnek vermek gerekirse, bu oran Sanayi Devrimi dönemi olarak kabul edilen 1780-1850 dönemindebile sadece yüzde2,6 idi.(4)Bu büyük yavaşlamanın ana nedeni aşırı derecede artışa geçen petrol fiyatlarıdır. 1971 yılının başında cari fiyatlarla 1,80 dolar olan petrolün varili, 1973 krizi ile 11,65 dolara, 1979 krizi ile de 41 dolara kadar çıkmıştır. Artan petrol fiyatlarının, petrol fakiri sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelere olan etkilerini anlayabilmek için petrole bağımlılıklarına şöylebir göz atmak yeterli olacaktır. 1978 yılında Batı Avrupa petrol ihtiyacının yüzde91’ini ithalat ile karşılarken, bu oran Japonya’da yüzde100, ABD ise sadece yüzde 42’dir.(5) Dışa bağımlılık ve yükselen fiyatlar nedeniyle artan enerji faturaları,devlet bütçelerine binen yükün ve cari açıkların artması sonucunu doğurmuş ve Keynes ile düşünsel temelini bulan Devletin ekonomideki baskın rolü sorgulanır duruma gelmiştir. Hal böyleyken “utility” olarak tabir edilen ve doğal tekel özelliği gösteren şebekelerin özelleştirilmesi, enerji piyasalarının liberalleştirilmesi ve devletin ağırlığının azaltılması uygulamalarının Avrupa’da başlaması kimse için şaşırtıcı olmamalıdır.
Avusturya Okulu’ndan Friedrich Hayek (Marginal School) ve Chicago Okulundan Milton Friedman’ın (Monetarist School) başını çektiği neoliberal politikalar tam da bu dönemde popüler olmuş ve Thatcherism ve Reaganizm isimleri altında ekonopolitik tezahürlerini sergilemişlerdir. Milton Friedman’a göre Devletin ekonomide başlıca ve mümkünse tek rolü para arzının kontrolü olmalıdır. Bunun dışında devletin ekonomide boy göstermesi gerekebilecek yalnızca iki alan vardır: Teknik Tekel (Natural Monopoly/Doğal Tekel) ve Komşuluk Etkileri.Bu makalenin konusu olan Doğal Tekele ilişkin Friedman üç alternatif öne sürer ve üçü de kötüdür diyerek okuyucuyu üç kötü arasında bir seçim yapmaya davet eder: Özel Tekel, Kamu Tekeli ve Kamu Düzenlemesi (Regülasyon).(6)
Teknik Tekel ve Arkasındaki Mantık
Peki,doğal tekelin nedenleri nelerdir? Dağıtım, iletim ve hatta iletişim şirketleri neden doğal tekel özelliği gösteriyorlar?Elektrik şebekeleri diğer birçok “utility” gibi ölçek ekonomisi (economies of scale) özelliği sergiler. Yani sabit yatırım maliyetleri çok yüksektir. Bu yatırımların birçoğu ise özelleştirme ve serbestleşme öncesinde yapılmıştır ve batık maliyet (sunk cost) çerçevesinde değerlendirilir. Bununla birlikte işletme hakkı devri öncesindeki fiyatlamalara dahil edilir. Dolayısıyla yatırımcı açısından ekonomik fizibilite ancak çıktının maksimum düzeye ulaştırılması ile sağlanabilir. Bu da yalnızca tek bir şebeke işletmecisinin varlığı ile mümkün olur.
Farklı bir ifadeyle; piyasadaki teknik giriş engellerinin ve talep şartlarının veri olarak alındığı, kısa/orta vadede değişmeyeceği (ceteris paribus) ön kabulüyle, doğal tekel niteliğini haiz bir bölge ve/veya faaliyet kolunda tek bir firmanın faaliyet göstermesi ile oluşan toplam sosyal maliyet birden fazla firmanın faaliyet göstermesi durumunda oluşacak/oluşması beklenen toplam sosyal maliyetten daha düşüktür.
Ayrıca rekabeti sağlamak amacıyla hazır olan bir şebekeye paralel ve rakip yeni bir şebekenin tesisi hem çok maliyetlidir hem de ekonomik açıdan verimli değildir. Düşünsenize her bir sokakta çift sıra direk, hat ve hatta trafo yatırımı olsaydı elektrik faturalarımız ne kadar pahalı olurdu? Elektrik faturalarımıza ek bir yük gelmemesi durumunda ise kuvvetle muhtemel dağıtım şirketleri iflasa sürüklenecek ve böylece sınırlı ekonomik kaynaklarımız israf edilmiş olacaktı.
Dağıtım şebekelerinin doğal tekel yapısı tek başına regülasyonun gerekçelerini açıklamakta yertersiz kalmaktadır. Bu gerekçeleri tam anlamıyla anlayabilmek için tüketici artığı (consumer surplus) ve üretici artığı (producer surplus) kavramlarınında anlaşılması gerekmektedir.Tüketici Artığı, tüketicilerin ürün ya da hizmetleri satın almaya razı oldukları fiyatların altında oluşan piyasa fiyatı nedeniyle elde ettikleri fırsat kazancıdır. Üretici Artığı ise, üreticilerin ürün ya da hizmetleri üretip tüketilmek üzere piyasaya sürmeye razı oldukları fiyatların üstünde oluşan piyasa fiyatı nedeniyle elde ettikleri fırsat kazancıdır.(7) Bu çerçevede, regülatörün görevi fiyatların, “utility” maliyetlerine mümkün olduğunca yakın olmasını sağlayarak tüketici ve üretici artıklarını minimize etmektir. Bu sayede tüketicilere mevzuatta ifadesini bulan ucuz elektrik arzı/dağıtımıtaahhüdünü yerine getirirken, yatırımcılara makul bir getiri ve finansal sürdürülebilirlik sağlayabilir. Bu sayede aşağıda “deadweight loss” ismiyle belirtilen toplumsal maliyet kaybınınönüne geçilebilir. Toplumsal maliyet kavramı bir diğer ismiyle Türkçemize tekelci kayıp olarak geçmiştir.

Yukarıdaki grafikte “deadweight loss” ile tabir edilen toplumsal maliyetin en aza indirilebilmesi, neoliberal politikalar sonucunda devletin ekonomideki rolünün azaltılabilmesi ve şebekelerin ihtiyaç duyduğu muazzam büyüklükteki yatırımın finansman ve operasyonun tarifeler desteği ile özel sektöre yaptırılabilmesi için dünyada özelleştirme ve serbestleştirmeler bir biri peşi sıra uygulanmaya başlanmıştır.
Şili Yardstick ve Melez Yardstick Regülasyon(8)
Bu uygulamaların ilki İMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların öncülüğünde Pinochet dönemi Şili’sinde uygulanmıştır. 1973’te sosyalist Allende hükümetinin General Pinochet tarafından devrilmesiyle başlayan askeri dönemde, 1978 yılında Ulusal Enerji Komisyonu tarafından reformlar tasarlanmış ve “1982 Elektrik Hareketi” adıyla hayata geçirilmiştir. Pinochet döneminde elektrik sektöründe Milton Friedman, Al Harberger ve diğer Chicago Okulu ekonomistlerinin neo-liberal politikalarını izlemiş ve İngiltere, Fransa ve Belçika örnekleri incelenmiştir. Bu sayede 80’li yılların başında dikey ve yatay bütünleşik yapı parçalanarak özelleştirmeler başlamıştır. Üretimin iletim ve dağıtım şebekesiyle olan bütünleşik yapısından ayrıştırılarak piyasa fiyatını belirleyen taraf olması, tüketicilere ikilisözleşmelerle satış yapabilmesi ve serbest müşteri tanımının yapılarak müşterilere tedarikçi seçme hakkının tanınması bugün ülkemizde de yer alan uygulamalardır. Bunlara ek olarak ,dağıtım sektörü açışından öncü olarak kabul edilebilecek reformist uygulamalar dağıtım sektöründe yapılan teşvik bazlı uygulamalardır.
Şili Dağıtım sektöründeki deneyimleri biraz daha iyi kavrayabilmek için aşağıda belirtilen özet maddeler faydalı olacaktır:
- Dağıtım sektöründe rekabetin toplumsal maliyeti arttırması nedeniyle bölgesel monopol uygulamasına geçilmiştir.
- Ölçek ekonomisi (economies of scale) sağlayabilmek için her bir monopolün yüksek sayıda müşteriye sahip olması gözetilmiştir. Bu sayede de birim maliyetlerin düşürülmesi hedeflenmiştir.
- Regülasyon modeli olarak yardstick (benchmark) regülasyon yöntemi benimsenmiştir.
- Şirketlerin maliyetlerini karşılayabilmeleri için belirli bir kar oranı (rate of return/cost plus) uygulaması başlatılmıştır. Ancak bu getiri oranı garanti olmayıp, belirli bir tavanla da sınırlı değildir. Getiri oranı, şirketlerin göreli verimliliğinin referans şirket verimliliğiyle karşılaştırılması ile belirlenmiştir. Böylece şirketler daha yüksek getiri oranları için maliyetlerini kısmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Ancak uygulamadaki zorluklar ve sektörde yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle regülasyon modeli yardstick (benchmark) ve fiyat tavanı (price cap) uygulamalarının bir melezi haline getirilmiştir. Regüle edilen müşterinin dağıtım hizmeti için ödeyeceği ücret model (benchmark) örnek/referans şirket verimliliğine göre belirlenmiştir. Dağıtım şirketlerin gelirleri ise model şirket verimliliğine bağlanmıştır. Dağıtım hizmet bedelini belirleyen kalemler üç tanedir: Altyapı ve donanım harcamaları, enerji ve kayıp kaçak maliyetleri ve bakım, onarım, yönetim gibi işçilik maliyetleri.
Model şirket 4 aşamalı bir çalışmayla tespit edilimekteydi:
- Gerçek şirket bilgilerinin toplanması ve doğrulanması.
- Verimli bir şirketin ve organizasyonun tanımlanması.
- Şirketlerin maliyetlerin belirlenmek suretiyle OG, AG ve müşteri olarak ayrıştırılması.
- Dört yıllık uygulama dönemi dağıtım tarifelerinin belirlenmesi.
Büyük Britanya Fiyat Tavanı Regülasyonu
Şili’de yapılan denemelerin başarılı olmasının ardından İngiltere ve Galler bölgesinde 1988 yılında özelleştirmeler için hükümet tarafından oluşturulan önerileri içeren “Beyaz Kitap” 1989’da yasalaşarak Enerji Kanunu olarak yürürlüğe girmiştir. Yeni yapıya göre üretim iletim dağıtım ve perakende satış tamamen ayrışmış, üretim tamamen özelleştirilmiş, elektrik fiyatının spot piyasada oluşması için gerekli düzenleme sağlanmış, perakende satış rekabete açılmış, iletim ve dağıtım tekelleri özelleştirilmiş ve regüle edilmiştir.
Dağıtım tarifelerinin belirlenmesi de gözetilen ölçütler şunlardır:
- Şirketlerin hizmet verebilmesi için gerekli olan işlemlerin tespiti.
- Bu hizmetlerin yürütülebilmesi için makul sermaye getirisinin (WACC) tespiti.
- Müşterilerin menfaatlerinin korunması.
- Verimliliğin arttıracak teşviklerin tespiti.
Büyük Britanya’da yürütülen ilk tarife dönemi özellikleri kısaca aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
- Tarifeler Perakende Fiyatları Endeksi + Verimlilik Katsayısı ile güncellenir. Verimlilik katsayısı artı ya da eksi olabilir.
- Maliyetler işletme, yatırım ve sermaye getirisi olarak tasnif edilmiştir.
- Verimlilikler belirlenirken sektörün geçmiş dönemdeki performansı diğer sektörler ve toplam ülke verimliliği ile karşılaştırılır. Sektör için teknolojik ve yönetimsel gelişmeler de göz önüne alınarak bir verimlilik parametresi belirlenir.
- Ayrıca şirketler için ekonometrik modeller kullanılarak verimlilik parametreleri belirlenir. Bu aşamada şirketler arası farklılıklar dikkate alınır
- Yatırımlarda birim maliyet sistemi uygulanır. Birim maliyetler verimli şirketlere göre hesaplanır.
Şili ve Büyük Britanya deneyimleri çerçevesinde Avrupa Birliği kıta Avrupa’sında elektrik sektörünün serbestleştirilmesi, piyasaların entegrasyonu ve rekabete açılması amacıyla direktifler yayınlamıştır.(9) Bu sayede, giderek artan sayıda Avrupa ülkesi elektrik dağıtım şebekelerini özelleştirerek ve farklı regülasyon teknikleriyle düzenlemiştir. Ülkeler bazında uygulanan regülasyon metodolojileri aşağıdaki grafikte yer almaktadır.(10)

Avrupa’da 2035 yılına kadar iletim altyapısı için yapılması beklenen yatırım harcamaları 104 milyar Euro iken dağıtım sistemi için yapılması beklenen yatırım harcamaları 520 milyar Euro’dur.(11)Mevcut uygulama döneminde ülkemizde dağıtım sektörüne tahsis edilen işletme ve yatırım harcaması 2011 – 2015 dönemi için 28 milyar TL’dir.(12) Ülkemiz dağıtım sektörünün 2015 sonrasında kullanacağı kaynak ise aynı şekilde ciddi büyüklüklerde olacaktır. Bu nedenle tüm kamuya ait bu büyük kaynakların kullanımında toplumsal faydayı artıran, dağıtım şirketlerinin sürdürülebilirliklerini göz önüne alan uygun regülasyontekniklerinin kullanılması ve maliyetleri doğru yansıtan gerçekçi tarifelerin belirlenmesi ülkemiz için çok önemlidir.
Özge ÖZDEN ve Selvi Ergen KIŞOĞLU
Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. |
Yol panelleri enerji üretirken akıllı bir şekilde araba, bisiklet ve yayalarla etkileşimde bulunuyor ve hatta elektrikli araçları da şarj ediyor. Bunlara rağmen Solaroad uygulamasının aldığı eleştirilerden bazıları, çabuk eskimesi, kirlenmesi ve diğer güneş uygulamalarından daha az elektrik üretmesi.
Çatılara yerleştirilen güneş panelleri ile karşılaştırıldığında, Solaroad’un % 30 oranında elektrik üretimi sağlaması pek de sıcak karşılanmıyor. Test alanına kurulan yaklaşık 70 metre uzunluğundaki panellerin maliyetinin 3 milyon 700 bin dolar olması da eleştirileri yoğunlaştırıyor.
Projeyi destekleyen Hollanda Uygulamalı Bilimsel Araştırmalar Organizasyonu “Güneş enerji yolu ile farklı uygulamaların bütünleşmesi söz konusu olduğu için bize benzersiz bir şans vermektedir. İçine yerleştirilmiş alıcılarla, trafik akımı hakkında bilgi toplayıp, trafik yönetiminde bize yardımcı olabilir ya da otomatik bir şekilde araçlara rehberlik yapabilir. Farklı uygulamalar olarak, yollarda işaretleme, LED ışıklandırma ve kış aylarında ısınma ve en önemlisi araçlara kablosuz bir şekilde enerji transferi imkanı sağlayabilir” açıklamasında bulundu.
Kaynak: autoblog.com |
|