Elektrik hayatın, ekonominin
vazgeçilmez enerjisi. Bir o kadar da tartışmaların… Üretim, tüketim, maliyet
krizleri hep gündem. Peki dağıtım şirketleri ne düşünüyor ne öneriyor? ELDER
Başkanı Kıvanç Zaimler anlatıyor, hem de çarpıcı örneklerle…
Yeni yıla girerken karşılaşılan zamlardan bu yana
7’den 70’e herkesin dilinde elektrik faturaları ve dolaylı pahalılık. Bu
konunun en yetkili isimlerinden biri olan Elektrik Dağıtım Hizmetleri Derneği
(ELDER) Yönetim Kurulu Başkanı Kıvanç Zaimler’e "Kazandıran Sohbetler" olarak sorular yönelttik,
birbirinden önemli cevaplar aldık…
“İŞ HAYATINA BAŞLAMAM 1980-2000 DÖNEMİNİN ORTASINDA
TÜRKİYE'NİN SERBEST PİYASA EKONOMİSİNİ SEÇTİĞİ DÖNEME DENK GELDİ”
- Sayın Zaimler, İstanbul Erkek Lisesi ve İTÜ Endüstri
Mühendisliği mezuniyetinden sonra enerji sektörünün zirvesine uzanan yolda
neler yaşadınız?
- Son 20 senesi doğrudan enerji sektörü içinde olmak
üzere 30 senedir profesyonel hayatın içindeyim. Bu gelişmelerde ailem ve sizin
de söz ettiğiniz eğitim aldığım kurumlar dışında bir de basketbol önemli yer
tutuyor. Basketbolun iş hayatımda benim için çok büyük bir etken olduğunu düşünüyorum.
Çünkü iş hayatı da basketbol gibi takım oyunu anlayışı gerektiriyor. Kuralları
var, rekabet var. Ancak kazandığında sevindiğin gibi, kaybettiğinde bunu
hazmetmeyi, rakibine saygı duymayı bileceksin. O mağlubiyetten dersler
çıkaracaksın. Hızlı oynanan bir oyun, dolayısıyla iş hayatıyla benzerliklerini
görüyorum.
İş hayatına başlamam 1980-2000 döneminin ortasında
Türkiye'nin serbest piyasa ekonomisini seçtiği döneme denk geldi. Serbest
piyasa ekonomisi bize ne getirdi? Hızlı teknolojik ilerleme, ürünlerde
çeşitlilik, rekabetçilik ile fiyatlarda azalma ve uluslararası sermaye
yatırımlarının, para transferlerinin, ithalat ve ihracatın daha kolay olduğu
dünya ticaretine entegre olmayı... Avrupa Birliği'yle yoğunlaşan ilişkiler ve
Gümrük Birliği ile küresel tedarik zincirlerinin bir parçası olmak da eklendi.
Dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin enerji
piyasalarında elektriğin üretimi, iletimi, dağıtım ve ticaret faaliyetleri her
biri ayrı bir piyasa faaliyeti olarak ayrıştırıldı. Bu faaliyetlerde rekabete
açılabilmesi mümkün olanlar serbestleştirildi ve özelleştirildi. Özellikle bu
köklü değişim 2001 yılında başladı. Dönemin maliye politikaları paralelinde
ortaya konan ekonomik reform paketi sonucunda Elektrik Piyasası Kanunu yapıldı
ve EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) kuruldu. Elektrik hizmeti,
tüketicilere ucuz, kaliteli, kesintisiz, çevreyle uyumlu sunulsun ve piyasa
rekabetçi ve şeffaf olsun amacıyla yapıldı. Dikey bütünleşik yapı ayrıştırıldı
ve EPDK bütün faaliyetleri düzenlemeye başladı. Türkiye burada kamunun
stratejik alanlarda olduğu bir modeli tercih etti. Bu esasında dünyada gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerin seçtiği, uyguladığı model… Ben de son 20 senede
enerji sektörü içinde doğrusuyla yanlışıyla, iyisiyle kötüyle bu dönemi yaşadım.
Kısacası iş hayatımın büyük bir bölümü Türkiye Enerji sektörünün gelişim,
dönüşüm ve ilerleme sürecine hizmet etmekle geçti diyebilirim.
“DAĞITIM ŞİRKETLERİ FİYATI BELİRLEYEMEZ, FİYAT ARTIŞI
TALEBİNDE BULUNAMAZ, FATURALARA HERHANGİ BİR BEDELİ KEYFİ BİR ŞEKİLDE
YANSITAMAZ”
- ELDER’in web sitesinde pahalılığının nedeninin
dağıtım şirketleri olmadığı yolunda bir açıklama yer alıyor… Bu konuda
özellikle tüketicileri aydınlatmak amacıyla neler söylemek istersiniz?
- Elektrik enerjisi bütün enerji türleri arasında
hayatın doğal akışı içinde özel bir yere sahip. Çünkü elektrik icat
edildiğinden itibaren insanlığın kaderini değiştirmiş, takip eden bütün
gelişmelerin, yeniliklerin ve kolaylıkların temel nedeni olmuş.
İnsanlık için ilerlemenin ve modernleşmenin bir
sembolü olmuş. Elektriğin yokluğu bugün sadece ışığın olmaması anlamına değil,
dünyayla bağlantının kesilmesi anlamına da geliyor. Bu durum da modern toplumda
panikle karşılanıyor. Ancak bugün bu enerjiye artık o kadar kolay ulaşılıyor
ki, çoğu zaman elektriğin ne kadar önemli olduğunu da unutuyoruz. Dolayısıyla
bu olağanüstü enerjiyi, hak ettiği itibarı kaybettirerek, alışıldık bir tüketim
malzemesine dönüştürüyoruz.
Elektrik dağıtım şirketlerinin buradaki rolü zincirin
son noktası. Yani elektrik dağıtımı zincirin son halkası. Elektrik doğal
gazdan, kömürden, hidroelektrik santrallerinden ve diğer yenilenebilir enerji
santrallerinden üretilir. Yüksek gerilim hatlarıyla iletilir ve alçak gerilim
hatlarıyla dağıtılır. Tüketiciye değen en son noktada dağıtım şirketleri yer
alır.
Burada da maliyeti belirleyen üç ana kalem var.
Tüketiciye ulaşan fatura içindeki en büyük maliyet unsuru elektriğin
üretimidir. Elektrik üretim maliyetini öncelikle yakıtlar ve özellikle doğal
gaz belirler. Türkiye dahil birçok ülkede de elektrik fiyatları ağırlıklı
olarak doğal gaz maliyetine bağlıdır. Dolayısıyla doğal gaz, fiyatı
uluslararası piyasalarda dolar bazında ve ham petrol ve ham petrol türevleri
bazında piyasaya endeksli olarak belirlendiği için en büyük etkendir.
Dağıtım
şirketleri fiyatı belirleyemez, fiyat artışı talebinde bulunamaz. Faturalara
herhangi bir bedeli keyfi bir şekilde yansıtamaz. Fatura kalemlerinde bir
oynama yapamaz. Bugün EPDK, 47,3 milyon müşteri adına bütün dağıtım şirketi
faaliyetlerini düzenler ve denetler.
Sorunuzun kısa cevabı, elektrik fiyatlarının yüksek
veya düşük olmasının nedeni elektrik dağıtım şirketleri değildir. Olamaz da…
Çünkü elektrik dağıtım şirketlerinin kazanç ve gelir modelleri farklıdır.
Gelirleri elektrik fiyatlarından bağımsızdır.
Çok basit bir anlatımla elektrik dağıtım şirketleri
dağıtım şebekesi için yatırım yaparlar. Bu yatırımı finanse ederler ve bunun
geri dönüşünü de ancak 10 sene boyunca sağlarlar. Dağıtım şirketleri aynı
zamanda elektriğin, tüketicilere kaliteli ve en ekonomik şekilde ulaştırılmasından
da sorumludur. Bu süreçte de kalıcı bir verimlilik sağlarlarsa buradan
ödüllendirilirler.
Dağıtım şirketleri yatırımcıları, bu sektöre
özelleştirme tutarı olarak 13 milyar dolar kaynak aktardılar. Bu girişim ile
elektrik altyapısının özel sektör marifetiyle geliştirilmesi ve altyapının
güçlendirilmesi hedefleniyordu. Bu gerçekleşti ve gerçekleşmeye devam ediyor.
Böylece kamu kaynakları daha stratejik alanlarda kullanılmaya başlandı.
Bugün fiyatları belirleyen EPDK da tüketicinin ödediği
elektrik faturalarında, tarifelerde bu özelleştirme için hiçbir karşılık
ayırmaz. Kaldı ki dağıtım şirketleri fiyatı belirleyemez, fiyat artışı
talebinde bulunamaz. Faturalara herhangi bir bedeli keyfi bir şekilde
yansıtamaz. Fatura kalemlerinde bir oynama yapamaz. Bugün EPDK, 47,3 milyon
müşteri adına bütün dağıtım şirketi faaliyetlerini düzenler ve denetler. 21
dağıtım şirketinin hepsine, belirli kalite göstergelerinde iddialı hedefler
verir ve bu hedefler gerçekleştirmezse bu şirketler ceza alır. Üstün performans
gösterdiklerinde ise ödüllendirirler.
“BURADAKİ MİSYONUMUZ ELEKTRİĞİ ERİŞEBİLİR KILMAK,
İNSANLARIMIZIN HAYATININ VE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİN DÖNÜŞÜMÜNE ÖNCÜLÜK ETMEK”
- ELDER sektörün daha sağlıklı gelişmesi ve hizmet
vermesi konusunda neler yapıyor?
- Bu konuya sevdiğim bir benzetmeyle başlayayım.
Elektrik dağıtım sektörü olarak böylesi görünmez bir enerjiyi hayatın içine
dahil ederek görünür kılıyoruz ve elektriğin hayatın enerjisine dönüştürmesinde
bir rol üstleniyoruz.
Buradaki misyonumuz elektriği erişebilir kılmak,
insanlarımızın hayatının ve Türkiye'nin geleceğinin dönüşümüne öncülük etmek.
Süreçleri şeffaf ve hakkaniyetli bir şekilde ele alarak Türkiye'nin bir
otomatik saat gibi çalışmasında ihtiyacı olan momentumu sağlamak. Bu bizim
üstlendiğimiz misyon.
Yapılanları üç ana başlıkta toplayabiliriz.
Birincisi, hayatımızı bu kadar yakından ilgilendiren
bir hizmeti sağlayan sektörün standartlarının ve hizmet kalitesinin iyileşmesi;
sektörün birbirinden ve hatta yurt dışındaki en iyi örneklerden öğrenerek
gelişmesi için ortak bir paylaşım platformunun oluşması. Bunu her alanda
yapıyoruz.
En başta iş sağlığı ve güvenliği alanında. Çünkü çok
tehlikeli işler sınıfında olan bu sektörde çalışan tüm arkadaşlarımızın
hayatlarını ve sağlıklarını korumak; onları ailelerine sağ salim teslim etmek
bu sektörün en büyük önceliği. 21 dağıtım şirketinin buluştuğu en önemli ortak
nokta da bu.
Aynı zamanda hizmet kalitesi. Kesinti sürelerinin
azaltılması; tüketicilere hızlı ve doğru dönüş yapılması. Tüketicilere dönük en
önemli kanalımız ise çağrı merkezlerimiz. Bunların iyileştirilmesi ve
standartlarının yükseltilmesi için verimlilik projeleri.
Birkaç örnek vereyim. Özelleştirmenin tamamlandığı
2013 yılında Türkiye'deki ortalama kayıp oranı yüzde 18,2 idi. Yeni
mekanizmalarla ve çabalarla yüzde 11,9’a kadar geriledi ve gerilemeye de devam
ediyor. Bu gelişmenin ülkenin cari açığını azaltıcı bir etkisi olduğu gibi hiç
dikkat çekmeyen bir kazancı daha var: 27 milyon tonluk karbon salımın önlenmesi.
Başka bir örnek vereyim. Çağrı merkezlerindeki çağrı cevaplama süreleri ve
karşılama oranları bugün uluslararası standartların çok üstünde. Tüketici
memnuniyetlerinin de buraya yansıdığını görüyoruz.
Düzenleyici kurumun koyduğu hedeflerin de ötesinde diğer
altyapı hizmeti veren telekomünikasyon ve su gibi sektörlerle de mukayese
yapıyoruz. Bu sektörlerin öne çıkan güçlü yönlerine istinaden de girişim
noktalarımızı tespit ediyoruz. Kesinti ve fatura süreçlerindeki deneyimlerin
iyileştirilmesiyle dijital kanallara yatırım yapılmasını sağlıyoruz. Hizmet
kalitesinin arttırılması ELDER’in birinci görevi…
İkinci görevi kamuoyu ve tüm paydaşlarla açık, şeffaf
ve doğru iletişim. Örneğin bu söyleşinin de amacı ve beklentisi; kamuoyunu
şeffaf ve doğru bir şekilde bilgilendirmek. Çünkü elektrik piyasaları çok
kompleks bir yapıda. Şeffaflık demişken tüketiciler doğal olarak neyi neden
ödediklerini tam olarak bilemeyebiliyor. Ödedikleri bedelin hangi hizmetlerin
karşılığı olduğunu değerlendiremeyebiliyor. Bu çok normal. 47,3 milyon abonenin
haklarını gözetmek ve korumak adına sektörü düzenleyen EPDK, teknik bilgi
seviyesiyle, Avrupa’daki muadillerinin de ötesinde niteliklere sahip bir
düzenleyici kurum.
Avrupa,
önümüzdeki 10 sene içinde bütün binaların elektrikasyonunu; elektrikli araçlar,
dağıtık üretim, depolama, dijitalleşme gibi yeni teknolojilerin entegrasyonunu
konuşuyor. 400 milyar avro yatırımdan bahsediyor. Biz de Türkiye'de her yıl
artan bir hızla AR-GE çalışmalarına ağırlık veriyoruz. Dönüşüm çalışmalarını hızlandıracak
inovasyon yatırımlarını destekliyoruz. Toplam bilgi ve kaliteyi arttıracak
akademik çalışmalara devam ediyoruz. Bunun yanı sıra bir de girişimcilik
ekosistemi oluşturduk, bunu da önemsiyoruz. Çünkü bizim sorunlarımıza çözüm
sunacak girişimcileri, küçük yatırımcıları, yeni beyinleri de destekliyoruz.
Bunlar olsa da tüketici ne kadar elektrik tükettiğini
genelde faturanın altındaki toplam bedelle takip ediyor. Yani bu fiyatın ne
kadarlık bir sürede ne kadarlık bir elektrik tüketimi (kWs) sonucunda
oluştuğunu ve hangi kalemin hangi nedenle hangi taraflara ödendiğini tam olarak
bilemeyebiliyor. Ödediği tutarın hangi hizmetlerin karşılığı olduğunu
değerlendiremeyebiliyor. Dolayısıyla elektrik dağıtım şirketlerin görevi,
elektrik gibi bir kaynağı, bir mucizeyi kullanıcıya ulaştırmakken işin büyüsü
kayboluyor. Bu durum faturalara ve arızalara indirgeniyor.
Elektrik tüketicisi de elle tutamadığı, gözle
göremediği bu hizmeti alırken pek de tanımadığı sadece faturasında ismini
gördüğü o şirkete ödeme yapmak dışında bir ilişki kuramıyor. İşte bu yüzden bu
markalar, faturalar geldiğinde, açma kapama olduğunda, elektrik kesinti
süreçlerinde anılıyor. Bu da sektörle ilgili algı sorunu oluşturuyor.
Tüketicilerin yaşadıkları sıkıntıları en iyi bilenler olarak sorumluluğumuzun
da farkındayız, bununla ilgili açık ve şeffaf olarak iletişim yapmak istiyoruz.
Üçüncü ve son başlık teknoloji… Bütün sektör adına
konuşuyorum, ELDER’in amacı teknolojiyle geleceğimizi de şekillendirmek.
Kendimizi enerji dönüşümünün taşıyıcısı olarak görüyoruz. Özelleştirmelerden
sonra teknoloji ve dijitalleşme alanında yapılan yatırımlarla bugün Avrupa'daki
birçok dağıtım şirketinden çok daha ileri düzeydeyiz. Şebekeyi uzaktan izlenip,
gerektiğinde uzaktan müdahale edildiği gibi bugün birçok havai hat insansız
hava araçlarıyla incelenebiliyor. Bu artık gündelik iş yaşantısı haline geldi.
Elektrik tüketicilerinin algısında fiyatın önemini de düşündüğümüzde ve
faturalardaki rakamlar yükseldikçe elektrikten tasarruf edilmesi fikrinin de
bugün gündeme daha çok girdiğini görüyoruz.
Bizim yaptığımız araştırmalar gösteriyor ki;
tüketiciler tüm tasarruf tedbirlerini aldıklarını düşünüyorlar. Böyle
düşünseler de bizim ülkemizde hala çok ciddi bir enerji verimliliği potansiyeli
mevcut. Bunun için de çalışıyoruz. Bizim burada tüketiciyi bilgilendirmek,
doğru datayla beslemek toplumda kalıcı bir davranış değişikliğine öncülük etmek
gibi bir rolümüz var. Bugün dönüşümün en önemli unsuru olan dağıtık üretim
dediğimiz şebekenin içine yerleştirilmiş güneş tesisleri var. Elektrik şarj
istasyonları var. Akıllı şebekeleri ve verimlilik çözümlerini konuşuyoruz.
Bunların hepsinin merkezinde, omurgasında elektrik dağıtım şebekesi yer alıyor.
Bugün dünyanın iklim değişimi hedeflerine ulaşması
için ortaya koyulan yatırım ihtiyacının en az yarısı kadar da şebekeye
entegrasyonu için yatırım yapılması gerekliliği söz konusu. Avrupa, önümüzdeki
10 sene içinde bütün binaların elektrikasyonunu; elektrikli araçlar, dağıtık
üretim, depolama, dijitalleşme gibi yeni teknolojilerin entegrasyonunu
konuşuyor. 400 milyar avro yatırımdan bahsediyor. Biz de Türkiye'de her yıl
artan bir hızla AR-GE çalışmalarına ağırlık veriyoruz. Dönüşüm çalışmalarını
hızlandıracak inovasyon yatırımlarını destekliyoruz. Toplam bilgi ve kaliteyi
arttıracak akademik çalışmalara devam ediyoruz. Bunun yanı sıra bir de
girişimcilik ekosistemi oluşturduk, bunu da önemsiyoruz. Çünkü bizim
sorunlarımıza çözüm sunacak girişimcileri, küçük yatırımcıları, yeni beyinleri
de destekliyoruz. Ama şunu özellikle söylemek istiyorum, tüm bunların ötesinde
biz biliyoruz ki bu dönüşümü yapmak için en önemli varlığımız ve oyunu
değiştirebilecek tek olgu hiç şüphesiz bizim sektörümüzdeki insan kaynağı.
“2021 VERİLERİNE GÖRE DE TÜRKİYE, MESKEN TÜKETİCİLERİ
İÇİN AVRUPA’DA EN UCUZ ÜÇÜNCÜ FİYATI UYGULAYAN ÜLKE, AMAÇ TÜKETİCİYİ KORUMAK”
- Elektrik ve enerji denildiğinde sadece lambasını
yakan, buzdolabı çalışan aileler değil tüm sanayi ve üretim etkileniyor.
İthalata dayalı üretimi minimize etmek en önemli çaba mı olmalı?
- En can alıcı konu bu ve biraz daha Türkiye özelinde
anlatayım bunu. Sadece enerjide ithalata dayalı üretimi minimize etmemiz değil,
bu enerjiyi hangi alanlarda ve nasıl kullandığımız da önemli. Daha doğrusu
ekonomik büyüme modelimiz… Bu noktada akılda kalmasını istediğim iki tane konu
var. Birincisi ekonomik büyüme modelimiz, diğeri enerjide arz güvenliğimiz.
Elektrik tüm dünyada üç aşağı bu yukarı aynı
maliyetlerle üretiliyor. Almanya'nın da bize benzer bir portföyü var. Çok
istisnai ülkeleri örneğin İzlanda gibi jeotermali, Fransa gibi nükleeri olan
ülkeleri dışarı çıkarttığımızda yaklaşık aynı maliyetlerle elektriği üretiyoruz.
Tekrar hatırlatayım dolar bazında olan doğal gaz ana maliyet. Ne kadar
yenilenebilir enerji yatırımı yaparsak yapalım arz güvenliğini garanti etmek
için -güneşin ve rüzgârın olmadığı anlarda- hemen devreye girebilecek doğal gaz
santrallerine bugünkü teknoloji seviyemizde hala ihtiyaç var. Bir de sürekli
üretim yapmak durumunda olan kömür ve nükleer gibi üretim santralleri var.
Diğer yandan elektrik tüketimi de her geçen gün
artıyor ve daha fazla da üretim yapmanız gerekiyor. Bu üretim kapasitesine
nasıl ulaşılacak, üretim yatırımları nasıl yapılacak? Kim finanse edecek? Kim
ödeyecek? Soru bu. Çünkü bunun bedelini kimse ödemezse bu yatırımlar yapılamaz.
İster özel sektör olsun ister kamu olsun, bir yerden ödenecek.
Kim ödesin?
İlk cevap elektriği tüketenler tükettiklerinin
karşılıkları kadar ve gerçek maliyetleri üzerinde ödesinler. Diğer cevap ise
kamu yani devlet ödesin ama kimin cebinden? 84 milyonun cebinden… Tüketiyor,
tüketmiyor, az tüketiyor, çok tüketiyor. Hepimiz, yani tüketmeyen ve az tüketen
de bundan dolaylı olarak etkilenecek.
Kamunun karşılaması demek aynı zamanda sübvansiyon
demek. Ülke olarak son dönemlerde çok fazla sübvansiyon yaptık. Yani tüketici
tükettiği enerjinin gerçek maliyetini üstlenmedi, kamu üstlendi. Peki neden?
Çünkü tüketicinin alım gücü açısından problemi vardı. Girişte söz ettiğiniz
pahalı elektrik fiyatları vurgusuna dikkat çekmek isterim. Pahalılık göreceli
bir şey. Neye göre pahalı? Vatandaşlarımızı yaşadığımız küresel enerji
fiyatlarındaki artıştan korumak için elektrikte bugün birinci kademedeki
maliyetin yarısı devlet tarafından üstleniliyor.
Evde buzdolabı ve
çamaşır makinesi için elektrik tüketen ve geçim sıkıntısında olan aileleri
desteklememiz lazım. Benim şahsi toplumsal görüşüm bunu destekliyor. Ama bu aileleri
biz doğrudan destekleyelim, elektrik fiyatı üzerinden değil. Bu uygulama bugün
yaklaşık 2,5 milyon haneye uygulanıyor ki bunun geliştirilmesini düşünebiliriz.
Bunun dışındaki herkes tükettiği enerjinin karşılığında gerçek maliyetini
ödesin.
2021 yıl sonu verilerine göre de Türkiye, mesken
tüketicileri için Avrupa’da en ucuz üçüncü fiyatı uygulayan ülke. Amaç
tüketiciyi korumak. Bunda sonuna kadar da hem fikirim. Bir faktör daha var
unutulmaması gereken. Sübvansiyon uygulanan ülkelerde, tüketicilerin ister evde
olsun ister iş yerinde veya sanayide olsun, tasarruf ve verimlilik bilinci
gelişmiyor. Hatta ve hatta ucuz ve sübvanse edilmiş elektrikle sanayiyi
geliştirir ve hatta buradan ihracat da yaparsanız; yarın öbür gün o ürünün
ithalatını yapan ülkeler, size rekabeti bozduğunuz gerekçesiyle kota ve benzeri
uygulamalar yansıtabiliyor. Bunlar karşımıza çıkıyor.
Peki sübvansiyonu uygulanamaz mı? Kesinlikle
uygulanır, peki doğru model nedir?
Şahsi görüşüm şöyle: Evde buzdolabı ve çamaşır
makinesi için elektrik tüketen ve geçim sıkıntısında olan aileleri
desteklememiz lazım. Benim şahsi toplumsal görüşüm bunu destekliyor. Ama bu
aileleri biz doğrudan destekleyelim, elektrik fiyatı üzerinden değil. Bu
uygulama bugün yaklaşık 2,5 milyon haneye uygulanıyor ki bunun geliştirilmesini
düşünebiliriz. Bunun dışındaki herkes tükettiği enerjinin karşılığında gerçek
maliyetini ödesin. Aksi halde biz her gün artacak elektrik talebimizi
karşılayacak üretim, iletim ve dağıtım yatırımlarımızı yapamayız.
Karanlıkta kalmakla maliyet arasında çok hassas bir
denge var ve yönetilmesi de gerçekten kolay değil. O zaman gelelim çözüm
yöntemine. Çözüm yöntemi de alım gücümüzü arttırmak. Yani ekonomik büyüme
modelimiz. Bunun enerjiyle ilişkisini gösteren bir gösterge var: Enerji
yoğunluğu… Enerjinin doğru ve verimli kullanımını gösteren önemli bir kriter.
Enerji yoğunluğu, gayrisafi milli hasıla başına tüketilen enerji miktarını
temsil eden ve tüm dünyada enerji verimliliğinin takip edilmesinde ve
karşılaştırılmasında yaygın olarak kullanılan bir ölçüt. Türkiye bugün
Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinin neredeyse iki misline yakın yoğunlukta enerji
kullanıyor. Yani biz enerjiyi kullanarak bir birim değer, gayrisafi yurt içi
hasıla üretmek için Avrupa'nın çok üzerinde enerji harcıyoruz. Başka bir
deyişle söyleyeyim. İki misli enerji tüketiyoruz. Avrupa'da o enerjiden çok
daha fazla gayri safi yurt içi hasıla yaratılıyor. Bizde daha az yaratılıyor.
Biz doğru endüstrilerde, doğru sanayilerde enerjimizi tüketmiyoruz. Daha düşük
katma değerli alanlarda yapıyoruz. Dolayısıyla enerji yoğunluğumuzu azaltmak,
dünyanın her yerinde pahalılaşan enerjiyi daha katma değerli alanlarda üretmek
ve daha fazla gayri safi yurt içi hasıla yaratmak bizim birinci ve en
önceliğimiz olmalı. Çünkü bunu gerçekleştirmek, daha fazla gelir, daha fazla
kazanç ve daha fazla satın alma gücü demektir. Vatandaşımızın cebine daha fazla
gelir girmesi demektir. Dolayısıyla katma değerli, daha teknolojik, daha az
enerji yoğun alanlarda büyümenin hızlandırılması Türkiye’nin en büyük
önceliğidir.
Sorunun direkt cevabına geleyim. Denklemin üst
tarafındaki enerjinin üretim maliyetini azaltmak; bunu hem çevre açısından daha
temiz bir şekilde başarmak, hem de yurt dışı ithalat bağımlılığımızı azaltmak
ancak daha fazla yenilenebilir enerji üretimi ile olabilir. Burada da başta
güneş ve rüzgâr geliyor. Türkiye yenilenebilir enerji oranında Avrupa’da ve
dünyada öncü ülkeler arasında. Potansiyelimiz daha da büyük. Ama bu tek başına
yetmiyor, o yüzden döviz bazındaki doğal gaza bağımlılığımızı azaltmak için de
yenilenebilir enerji potansiyelimizi sonuna kadar kullanmalıyız.
Özetlemem gerekirse; ekonomik büyüme modelimizdeki
enerji yoğunluğumuzu azaltmamız lazım. Diğeri sübvansiyon yerine ihtiyaç
sahiplerine doğrudan destek vermemiz lazım. Üçüncüsü de yenilenebilir enerji
yatırımlarının önünü sonuna kadar açmamız lazım. Buradaki mevzuatları,
prosedürleri vesaire her türlü desteği sağlamak kurumlararası eş güdümle
bunları hızlandırmamız lazım. Dördüncüsü ise yeni teknolojiyi hızlı entegre
etmemiz gerekli. Hatta yerli teknolojiyi üretmemiz lazım. Sonuncusu da
ülkemizdeki bu yatırımların yapılması için de uluslararası finansmanı cazip
kılacak bir ortam gerekli. Bu noktada tabii bütün paydaşların üzerine bazı
görevler düşüyor. Çünkü elektriğin dengesi sadece elektrik sektörünü
etkilemiyor. Tüm Türkiye'nin dengesi için kritik. Dolayısıyla sistemin herkes
için hakkaniyetli şekilde ilerlemesi de ortak akıl ile hep birlikte hareket
etmemize bağlı.
“TÜRKİYE'NİN GÜNEŞİNİ, ELEKTRİK OLARAK İHRAÇ ETME VE
HATTA HİDROJEN OLARAK BİLE İHRAÇ ETME POTANSİYELİ VAR”
- Hem Dernek Başkanı olarak daha çok da profesyonel
kimliğinizle elektrik üretiminin de çok içinde olduğunuzu biliyoruz… Sayın
Fatih Birol’un bize verdiği röportajda bir sözü var; “Türkiye güneşini ihraç
edebilir” şeklinde… Bu açıklamayı da göz önüne alarak, ülkemiz için elektrik
üretimi açısından yakın gelecekteki olası gelişmeleri sıralayabilir misiniz?
- Çok güzel bir soru ve Sayın Birol’a tamamen
katılıyorum ve daha da ileri gidiyorum. Türkiye'nin güneşini, elektrik olarak
ihraç etme ve hatta hidrojen olarak bile ihraç etme potansiyeli var. Bu
söylemle iki potansiyelin altını çiziyorum. Birincisi Türkiye'nin yenilenebilir
enerjideki muazzam potansiyeli. İkincisi teknolojiyi kullanarak sahip
olabileceğimiz bambaşka bir potansiyel. Günümüzde güneş enerjisi gerçek anlamda
Türkiye'de son 10 senedir var. Yanılmıyorsam Mayıs 2022 itibariyle kurulu gücün
yüzde 10,9’u rüzgar, yüzde 8,3’ü güneşten oluşuyor. Ancak elektrik üretimine
baktığımızda yüzde 9,4’ünü rüzgardan, yüzde 4’ünü de güneşten üretiyoruz. Bu
çok normal çünkü güneş her zaman yok, ama biz burada çok hızlı büyüyoruz.
Avrupa'da ve dünyadaki yerimiz de giderek güçleniyor. Güzel bir haber daha var.
Son dönemde güneş enerjisinden elektrik üretiminde yüzde 75 yerlilik oranına
sahibiz. Aynı zamanda artık güneş paneli üretiminde de Avrupa'da birinciyiz.
Dünyada da dördüncü sıradayız.
Dolayısıyla bu sorunun ana amacı enerjide
bağımsızlığını sağlamak ve bağımlılığı bitirmekken bu anlamda başka şeyler de
yapılıyor. Ülkemizde petrol ve doğal gaz arama çalışmaları da var. Bunların
meyvelerini vermeye başlaması da önemli gelişmeler. Hatta hidrojen gibi
gelecekte bahsettiğimiz fosil yakıtları tamamen ortadan kaldırmaya yönelik
konularda da adımlar atılmaya başlandı. Bugün bir yol haritası ve strateji
belgesi üzerine çalışılıyor.
Tabii yeşil hidrojen içinde yenilenebilir enerji çok
önemli. Çünkü bugün hidrojeni elde etmek ve suyu ayırmamız için bir elektrik
enerjisi lazım. Elektrolizde -bugünkü teknolojiyi konuşuyorum- yenilebilir ve
yeşil enerjiye ihtiyacınız var. Dolayısıyla Türkiye muazzam bir potansiyele
sahip. Rüzgâr ve güneş dışında bugün biokütle ve atıklar gibi birçok alternatif
teknolojinin de hayatımızın içindeki yeri artıyor.
Son olarak yani bugün pek göremediğimiz öyle bir
enerji kaynağı var ki en ucuz. Enerji verimliliği. Yani biz bir yandan bir kum
torbasının içini doldurmaya çalışıyoruz. Bir yandan da o kum torbası altında
delikler var. Bizim o delikleri bile kapamamız, o torbanın çok daha hızlı
dolmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum. Dolayısıyla yenilenebilir enerjideki
muazzam potansiyel ve teknolojiyi kullanarak bunu daha da ileri taşıma
potansiyelini barındıran bir Türkiye var.
Türkiye'nin
güneşini, elektrik olarak ihraç etme ve hatta hidrojen olarak bile ihraç etme
potansiyeli var. Bu söylemle iki potansiyelin altını çiziyorum. Birincisi
Türkiye'nin yenilenebilir enerjideki muazzam potansiyeli. İkincisi teknolojiyi
kullanarak sahip olabileceğimiz bambaşka bir potansiyel. Günümüzde güneş
enerjisi gerçek anlamda Türkiye'de son 10 senedir var. Yanılmıyorsam Mayıs 2022
itibariyle kurulu gücün yüzde 10,9’u rüzgar, yüzde 8,3’ü güneşten oluşuyor.
Ancak elektrik üretimine baktığımızda yüzde 9,4’ünü rüzgardan, yüzde 4’ünü de
güneşten üretiyoruz. Bu çok normal çünkü güneş her zaman yok, ama biz burada
çok hızlı büyüyoruz.
“YENİ YAPILACAK KONUTLARDA GÜNEŞ PANELLERİNİN
KULLANIMININ YAYGINLAŞACAĞINI, HATTA BUNLARIN MECBURİ HALE GELECEĞİNİ
DÜŞÜNÜYORUM”
- Güneş panellerinin yüzde 75’inin yerli teknoloji ile
üretildiğini belirttiniz. Binalarda, sitelerde sanayi kuruluşlarında güneş
enerjisi üretimi daha da kolaylaşacak mı?
- Kesinlikle bu anlama geliyor ama mevcut binaların
üzerinden çok yeni yapılacak konutlarda güneş panellerinin kullanımının
yaygınlaşacağını, hatta bir süre sonra da bunların mecburi hale geleceğini
düşünüyorum. Bugün bunu dünyada uygulayan Kaliforniya eyaleti var. Yeni bir
tesis, yeni bina yapıldığı zaman öyle veya böyle kendi imkanlarıyla
teknolojilerini geliştirecek. Son zamanlarda camların özel filmlerle, şeffaf ya
da yarı şeffaf olarak kaplanması, buralardan elektrik enerjisi üretilmesi gibi
yeni teknolojiler gelişiyor. Bir yandan da sektörümüzde birçok oyuncu bu tip
şirketlere yatırım yapıyorlar.
Bu kadar güneş ve rüzgar potansiyeli olan Türkiye'nin
doğru uygulamalarla ve doğru tercihlerle bu potansiyeli kullanabileceğini
düşünüyorum ama şöyle de bir hayale kapılmayalım. En azından bizim neslimiz
için, yaşayacağımız dünyada çok sevmediğimiz o fosil yakıtlardan çok kısa
vadede kurtulamayacağız. Biraz da gerçekçi olmamız lazım. Onların payı giderek
azalacak ama yine de devam edecek. Şuna inanıyorum; serbest piyasa ekonomisi
doğru uygulandığı zaman sosyal devlet anlayışını da iyi şekilde
çalıştırabiliriz. Bunun dünyada iyi örnekleri var. Açıklık, şeffaflık,
sorumluluk bilinciyle… En büyük faydası da budur. Hesap verilebilirlik
boyutuyla. Türkiye bu yolda doğru istikamete gitse de arada bir sağa ve sola;
ileri ve geriye adım atarak ilerliyor.
Bu kadar güneş ve
rüzgar potansiyeli olan Türkiye'nin doğru uygulamalarla ve doğru tercihlerle bu
potansiyeli kullanabileceğini düşünüyorum ama şöyle de bir hayale kapılmayalım.
En azından bizim neslimiz için, yaşayacağımız dünyada çok sevmediğimiz o fosil
yakıtlardan çok kısa vadede kurtulamayacağız. Biraz da gerçekçi olmamız lazım.
“ENERJİ, TÜRKİYE'NİN EĞİTİM, SAĞLIK, EKONOMİ GİBİ EN
ÖNEMLİ ÜÇ BEŞ KONUSUNDAN BİR TANESİ, TÜRKİYE'NİN BÜYÜME MODELİYLE ÇOK ALAKALI”
- Konunun çözümünde en can alıcı noktayı özetlersek,
neler söylemek istersiniz?
- Bu konunun düzeltilmesi için, bu konudaki karar
vericilere her mecrada bunları söylemeye çalışıyoruz. Profesyonel görevim ve
Elder’deki rolüm dışında Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesinde Başkan
Yardımcısıyım. TÜSİAD enerji çalışma grubuna uzun seneler başkanlık ettim.
IICEC ve Shuara gibi birçok “think tank” kuruluşunda hep bunları konuşuyoruz.
Bu tip sektörel kuruluşlara çok önem veriyorum ve vakit ayırıyorum.
Enerji, Türkiye'nin eğitim, sağlık, ekonomi gibi en
önemli üç beş konusundan bir tanesi. Türkiye'nin büyüme modeliyle çok alakalı.
Bazı özel sohbetlerde Türkiye'de kocaman bir enerjiyi çimento üretmek için
kullanıyoruz, çok güzel diyorum. Bu çimentoyu da ihraç ediyoruz. Çimento nedir?
Taş toprak, enerjiyle ısıtılıp üretilir. Rusya'dan aldığım 100 dolarlık doğal
gazla bunu içeride 50 dolara satarak enerji üretiyorum. Sonra da çimento
üretiyorum. Bunu da Avrupa'ya, Amerika'ya ucuza ihraç ediyorum. Bu çimento
sayesinde yarattığım ekonomik katkı, gayrisafi yurt içi hasıla, istihdam,
çalışanlara ödediğim ücret de düşük kalıyor. Türkiye, inşaat iş modeliyle
büyümeye devam ettiği -inşaat ve altyapı olmasın kesinlikle demiyorum- çimento,
demir çelik, alüminyum, cam gibi yüksek enerji tüketen sanayilerle büyümeye
devam ettiği sürece sorun aynı kalacak.
Biz sadece bunları yaparsak katma değeri düşük bir alanda asgari ücretle çalıştırdığımız insanlarla büyürüz. Peki, Alman enerjiyi ne yapıyor? O da doğal gazı Rusya'dan alıyor. Ama otomobil yapıyor. Mercedes, BMW yapıyor. Siemens, Bosch ev aleti yapıyor. İlaç ve petrokimya ürünleri üretiyor. Dünyanın en katma değerli ARGE işini yapıyor. Teknoloji üretiyor. Biz de enerji tüketiyoruz. İşte aramızdaki fark bu. Alman'ın geliri iki bin avro. Aynı elektrik faturasını ödemek bütçesini zorlamıyor. Bizde gelir 300 avro. Elektrik faturamız aynı maliyet düzeyinde olduğu halde biz ödemekte zorlanıyoruz. Bizim Türkiye olarak, gelirimizi 300 avrodan 500, 1.000 hatta 2.000 avrolara yükseltecek sektörleri seçmemiz lazım.
Kaynak: https://www.finansgundem.com/haber/turkiyede-elektrik-ucuz-mu-pahali-mi-zaimler-yanitladi/1675015